8 Temmuz 2013 Pazartesi

İlk günün ardından

Münih'i sevdim. Sanırım şu günlerde inşaat sahasına çevrilmemiş, toza bulanmamış herhangi şehri sevmem en çok iki dakikamı alır... Münih kusura bakmasın, çok özel sebeplerden değil, sırf bunun için sevdim kendisini.

İnsanın etini çimdikleyen "her an her şey olabilir" geriliminden uzak, sakin ve makul boyutlarda bir kent. Binalar mesela, yüz seksen beş katlı değil. Ahali kıpır kıpır, az biraz sportif yaşam delisi, bisiklet tepesinde ve koşmada, tişörtlü, şortlu güleçler kalabalığı. Orta Avrupa'ya has mıymıntılık yok. Güney Avrupa'nın namütenahi kameraya poz vererek oturma-kalkma-yeme-içme-hacet giderme-kaş kaldırma-saç savurma-güneş gözlüğü takma ıkıntısından da azade, üstelik. Palaspandıraslığı ile pek barışık, lakin yine de derli toplu, sarı kafalar.

Türk mahallesinin ortasına düştük, kapı gıcırtısı efekti tek oradan geliyor. Bir de "ulen nüfusu dengeli dağıtaraktan 80 milyonluk memlekette efendi gibi yaşamak mümkünmüş oğlum" vınlamaları kafamın içinde. Orta sınıf sularından bizcileyin bir çift için ödenebilir paralara, şehrin lop göbeğinde bahçeli, dereli, ağaçlı, köpekli, salıncaklı ve bilumum özledimcikli evler var. Valla var.

Daha önce akıl edememişliğime yanarak, "Türk'ün Türk'ten başka dostu olmaz", zira bu arızacılarla kimse ahbap olmak istemez, ihtimal dahilinde midir? Huylandım şimdi.

Bir günde bunca sosyoloji, demografi, emlak, nebatat, sıhhi imdat yetişir.

Beril