16 Temmuz 2013 Salı

Evet, başka bir hayat mümkün. Eğer...

7 Temmuz 2013 Pazar sabahı başladığımız Münih seyahatini, 15 Temmuz 2013 Pazartesi gece yarısı tamamladık. Önceki yolculuklardan farklı olarak, bu defa elimizde bir avuç fotoğraftan fazlası kaldı: bu bloga günü gününe yazdıklarımız. Kendi hesabıma neler öğrendim, ne gibi hususlar dikkatimi çekti, son not olarak bunları sıralayacağım:

Münih, Bavyera eyaletinin / devletinin başkenti. Kent merkezinin nüfusu 1.300.000 civarı. Çevre yerleşimlerle birlikte en çok 4 milyon nüfusu barındırıyor bünyesinde. Tüm Almanya ise 80 milyon. İnsan bilmediklerini, yeni öğrendiklerini anlamlı bir zemine oturtmak için ister istemez onu bildikleriyle karşılaştırıyor. Bu meyanda, 73 milyon nüfuslu ve 81 vilayetli Türkiye'de tek bir şehir yok ki, Münih gibi, Münih kadar olsun. Ne gibi mi, ne kadar mı?
  • İstanbullular olarak bizim "okullar kapandı ya ondan" veya "eh bugün hafta sonu, saat de erken, millet henüz uyanmadı, o yüzden" diye tarif ettiğimiz trafiğe, Münihliler "çok trafik var" diyorlar. En sıkışık anda bile vitesi boşa atıp bekleme süresi 4-5 dakikadan fazla değil. Bunun tek istisnası, şehre indiğimiz Pazar günü, öğle saatlerinde otobanda yaşandı. Yaz tatili münasebetiyle güneye (İtalya ve çevresine) giden tatilciler yüzünden otobandan bir kaç defa çıkıp kasaba ve köy içlerine girmek zorunda kaldık. Normal şartlarda 45 dakikada alacağımız yol bu yüzden ve muhtemelen bizi karşılayan dostlarımızın Münih dışında yaşamaları, yolları çok da iyi bilememelerinden dolayı 2 saat sürdü. Yine de, bunca sıkışık trafikte şeridini terk eden, iki şerit arasında aracının geçebileceği kadar boşluk görüp kafayı daldıran veya emniyet şeridini ihlal eden tek bir sürücüye rastlamadık. Hatta bir ara ilerideki trafik kazası için bir ambulansın sireni duyuldu ve youtube'da izleyip "medeniyet bu canım" diye pıhpıhlandığımız sahne aynen yaşandı. Sağdakiler iyice sağa, soldakiler iyice sola yanaştı, yolun ortasını bir anda boşalttı ve ambulans daadiiidaaadiii geçiverdi. İlginçtir (!) ambulasın arka tamponuna yapışıp gazlayan tabakhaneci de olmadı!
  • Münih'li Almanların neredeyse yarsı köpek besliyor, zira her yere onları da götürüyorlar. 1.700 rakımlı Walberg dağına çıkan teleferikte bile köpeğiyle gelenler gişedeydi. Tek bir kedi görmedim. Tek bir sahipsiz köpek görmedim. Köpeklerini sevdirmiyorlar. Yabancı kokusu sinmesinmiş. Eh, bekçilik vasfı olsun isteniyorsa mantıklı ama o Berner'leri kucaklayamadım ya, muzdaribim.
  • Alman anneler bebeğine gülümseyen, Almanca veya İngilizce "aman da ne şirin" diyen kadınlara deli gözüyle bakıyor. Anlaşılan bu kültürde bebek bir sevgi nesnesi değil. Sadece insanın küçük olanı. 
  • Münih'te cadde - sokak, ayrımı yok. Her yer bilmemne 'Straße' (şıtıraaze). Şehir içindeki bütün sokak, numara, meydan tabelaları bir örnek. Aynı renk, aynı yazı karakteri.
  • Merkezi yerlerin tümünde araç yolu ile kaldırım arasında, ayrı bisiklet yolları var. Daha arkalardaki mahallelerde ise yolu bisikletliler ile otomobiller paylaşıyor. Bisiklet sadece gençlerin değil, tüm halkın bir numaralı taşıtı. Yaşlarının 70'in üzerinde olduğunu tahmin ettiğim bir sürü Alman fırtına gibi pedal basıyordu. Bu yaş ve yaşlılık konusuna ayrıca değinmek lazım. Dalgaya düşüp bisiklet yolunda yürümeye kalkan bir yaya için olacaklar pek parlak değil. Zira ya pervasız bir genç küüütttttedenek çarpıyor ya da eli belinde bir abla "dardardardurdurdur" şeklinde fırça çekiyor. Her ikisi de anti karizmatik haller, can acısı da cabası. 
  • Bu bisiklet meselesinde can acıtıcı bir noktayı, sevimsiz görünmek pahasına kaydedeceğim, kaydetmek mecburiyetindeyim. Minicik etekleriyle, kısacık şortlarıyla bisiklete binen, çeşitli yaşlardan yüzlece kadın gördüm. Edepsiz paparazzi tabiriyle, "frikik" vermeden o kıyafetle o bisiklete binmek mümkün değil. Bir lokma çocukların ırzına geçen adamların ülkesinden gelen biri için şaşırtıcıydı doğrusu. Maalesef önce şaşırdım. Ve elbette çok sevindim. Çünkü bir tek adamın dahi başını o yana çevirdiğini, kadının orasına burasına baktığını görmedim. Düşünsenize! Kadınlar gönlünce giyiniyor, dolaşıyor ve hiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiç rahatsız edilmiyorlar! Cinsi sapıklığın artık salgın haline dönüştüğünü, "açana bakarlar" zihniyetinin de düpedüz sapıklık olduğunu, sapkınlığın daniskası olduğunu, artık erkeklerimiz kabul etmelidir.  Hiçbir alkolik, alkolik olduğunu bir günde kabul etmez. Ama alkolizmin tedavisi, kişinin durumunu kabul etmesiyle başlar. Türkiyeli beyler! Fena halde hastasınız. Tedavi olunuz. Acilen!
  • Bisikletler kadar ilginç olan bir başka şey de, artık bisiklete binemeyecek, hatta desteksiz dolaşamayacak durumdaki teyzelerin yürüteçleriydi. Marketteki alışveriş arabalarının iyi kalite tekerlekli ve küçücük sepetli olanlarını düşünün, öyle. Aşağı yukarı şöyle bir şey. Bu araçlar sayesinde 80 yaş üzeri hanımlar, bazen de beyler hem tutunarak yürüyorlar, hem çantalarını, torbalarını koyacak bir sepetleri oluyor hem de bir yanını duvara dayayıp oturabilecekleri, bir merdiven basamağı kadar tabureleri oluyor. Şahane! Elbette bütüüüüüüüüüün şehirdeki kaldırımların, yaşlıların bir an bile takılmadan, tökezlemeden ilerleyebilecekleri şekilde kaymak gibi yapıldığını söylememe gerek yok. Ayrıca kimsenin bu bir başına ihtiyarcıkların çantasını falan kaptığı da yok!
  • Yaş ve yaşlılığa bakış konusunda Almanlara hayran kaldım. Hollandalılar da aşağı yukarı böyledir. Akülü tekerlekli sandalyeleriyle göl çevresindeki koruda yarış eden tontişler görmüştüm, Amsterdam'da :) İtalyanlar biraz farklı. Bizdeki kadar olmasa da üst yaş grubundakiler hayatı daha bir pencereden izliyor gibiler. Almanya'da 60'larındakiler dağa çıkıyor, göl kıyısına gidiyor, trekking turlarına katılıyor ve atikliklerine bakılırsa her işini kendileri görebiliyor. Köpeğini alıp fink atmak onlarda, bisikletle hız yapmak onlarda, kafede buluşup kahve ve pasta partisi yapmak onlarda, akşamüzeri bara oturup Radler (limonata-bira karşımı hoş bir içecek)'ini yudumlayarak keyif yapmak onlarda. 60 - 75 yaş aralığındaki emekliler, memleketin sahibi gibiler. Sanki gençler koşuşacak, onlar sefasını sürecek hayatın :) 
  • Münih'teki binalar genellikle 4 ila 6 katlı. Az sayıda olmakla beraber 10 kattan yüksek alışveriş ve iş yapıları, birkaç da apartman mevcut. Gökdelen inşa edilmesi yasakmış. Hayret! Bu yasağa rağmen Almanlar Avrupanın en güçlü ekonomisi olmayı başarmışlar...
  • Bir hafta zarfında boyasız, bakımsız bina görmedim. Kirli, kokulu tuvalet görmedim. Akmayan musluk, yanmayan lamba görmedim. Bozuk yiyecek görmedim. Çiçeksiz balkon, bitkisiz, ağaçsız bahçe görmedim.
  • Şehirden arabayla 1 - 2 saat mesafede muhteşem göller, ormanlar ve muazzam dağlar var. Yeryüzü şekilleri, güneye gittikçe Alp'leşiyor. Zaten şehrin içinde İngiliz Bahçesi denen parkı görünce bizim gariban Gezi Parkımız için hüngür hüngür ağlayası geliyor insanın. Bakın, burada 590 kare fotoğraf var. Gördüğünüz ilk fotoğrafa tıklayın, sonra resmin üzerinde beliren sağ-sol oklarıyla ilerleyin. Ve şehir merkezi böyleyse çevredeki dağları, ormanları varın siz hayal edin...
  • Münih bir metropol değil ama kozmopolit. Telaşsız, düzgün bu şehrin sakinleri arasında çok sayıda yabancı var. Almanlar Münih'in ancak yarısı desem iddialı olmaz. Yabancıların dikkate değer kısmını Türkler ve diğer Ortadoğu halkları teşkil ediyor ki, çoğu defa milliyetini tayin edebilmek için konuşmalara kulak kabartmak gerekiyor. Diğer topluluklar ise Hintlilerden Orta Amerikalılara, Vietnamlılara kadar çeşitlilik arzediyor. Öyle ki Kızılderili bir ağabeyden geleneksel İnka kıyafetleri içinde bir (muhtemelen) Perulu teyzeye kadar türlü milletten sima gördük.
  • Almanlar cimri. Her kuruşun hesabını yapmak normal addediliyor. Bizdeki gibi hovardalık edene, hava basma kasıntılarına rastlamadım.
  • 65 yaşın üzerindeki herkes "Senioren" indiriminden yararlanıyor. Toplu taşıma, müze ve biletli tesis girişlerinde 2-3 euro daha az ödüyorlar. Öğrenci indirimi var mı, varsa nedir, bilmiyorum.
  • 2 oda 1 salon, 100 metrekare bir dairenin fiyatı 250.000 ila 650.000 euro arasıymış. İki buçukla çarparsınız artık.
  • Almanca bilmeden Münih ve çevresinde turist olmak mümkün ama zorlayıcı. Tek başıma çarşıya çıktım, biraz fazla yürümeye mal oldu ama aradığım şeyleri İngilizcemle buldum, aldım. Restoranlarda da (belediye tesisi olanlar dahil) biraz dil becerisiyle, papağan gibi duyduğunuz Almanca kalıpları tekrarlaryarak sipariş verme imkanınız var. Yeter ki siz para harcamaya azmedin, sizin olmayan Almancanızı bile anlıyorlar. Ancak şunu söylemek gerek ki, Almanlar şekiller ya da şemalarla anlatmaktansa yazarak, uzun uzun anlatmaya yatkınlar. Elinize geçecek tarife, menü, kılavuz ve benzeri basılı evrakta İngilizce versiyon aramayın. Almanca bilen birinin kolunu çekiştirin. Haydi, Münih'ten 2 saat mesafedeki Chimsee gölünde seyrüsefer eden vapurların tarifesi Almanca, bunu anlayabilirim. Ancak en turistik noktalarda, mesela müzelerde bile çoğu defa şunun bunun İngilizcesini yazmayı ihmal etmişler. Gerçi müzelerde sesli kılavuz cihazları var... Bu meyanda enteresan bir tecrübem oldu. Hanshe adında bir Çin lokantasındayız. 4 kişiden Almanca bilmeyen tek ben. İngilizce menü varmış, getirdi kızcağız. Birbirimize soruyoruz, "sen ne yiyeceksin?" diye. Ben diyorum 158, onlar diyor menüde 158 yok. Onlar diyor 39 ben diyorum benimkinde 39 yok.... Oluyor böyle antikalıklar demek. Bir tek şehir içi tramvayın bilet makinasında Türkçe seçeneği vardı. Demek ki Almancasız Türkler müzeye, galeriye, restorana gitmiyor, en fazla tramvaya biniyorlar. 
  • Sevgilimin 69. yaş günü dönüş yolculuğuna kurban gitti. Doğru dürüst kutlayamadık, içime dert oldu. Bari bir defa da burada öpeyim :) İyi ki doğdun tatlı adam. Nice senelere! Birlikte!

Özetin özeti: Demek ki neymiş? 80 milyonluk nüfusu, birbirinin ayağına basmadan, insanca, temiz - pak, belki çok zengin değil ama sefil de olmadan, belli bir medeniyeti, standardı tutturarak ve ötekini berikine kırdırmadan yaşatmak mümkünmüş. Metropole dönüşmeden, çılgın projelere kalkışmadan uygar ve müreffeh bir düzen var olabiliyormuş. Allah sahibine bağışlasın. Almanlar da muazzam hatalar yaptı, tarihte. Kayser Wilhelm Birinci Dünya Savaşına, Hitler İkinci Dünya Savaşına sürükledi, mahvetti memleketi. Ancak bilime, çalışmaya, kurallı ve disiplinli bir düzene dört elle sarılan Almanya, bugün meslek sahibi her insanın yaşamaktan mutluluk duyacağı bir memleket haline gelmiş görünüyor. Eskiden gurbetçiler vardı. Almanya, acı vatan derlerdi. Şimdi ben diyorum: Türkiye, acı vatan...


Bu yazıyla blogumuza son veriyorum. Tüm bu fotoğrafları, bilgileri, deneyimleri kendimize saklamanın haksızlık olacağını düşündük. İnsan yalnız kendi tecrübeleriyle yaşasa, başkasından yararlanmasa ilerleyebilir miydi?

Siz de yapın. Gezin, deneyin, yazın. Yazı, kendimizden başkalarına değer verdiğimizin, bütün insanlığa değer verdiğimizin en mühim kanıtıdır.

Beril

Tekrar kalabalık, düzensiz İstanbul

İlk defa değil, 50 yıldır batı ülkelerinin birinden döndüğümde "tekrar mı döndük buraya", doğu ve eski Sovyet ülkelerinden döndüğümde "iyi ki döndük buraya" demişimdir. 50 yılda hiç bir şey değişmemiş.

Yeşilköy Atatürk Havaalanında inip koridorlardan geçerken bir nahoş koku karşıladı bizi. Tuvalete girdiğimde ise keskin bir üre kokusu vardı. Münih ve çevresinin envayi çeşit lokanta, müze vs.nde (dağ başında olsa da) böyle bir şeyle karşılaşmadım. Demek ki medeniyetin en önde gelen unsurlarından biri hijyen imiş diye tekrar hatırladım.

Bir süre gittikten sonra hem yabancılar hem T.C. vatandaşlarının pasaport kuyruklarını görerek şaşkına döndüm. Sistemin daha iyiye değil, çöküşe gidiyor olduğunu görerek üzüldüm. Anlaşılan bizim trafiği, resmi kurumları ve hemen her şeyi ile medeni topluluklar safına ulaşmamız hayli zor gözüküyor.  İşte bu anda 12 yıl Münih'te yaşadıktan sonra  neredeyse bir yıl İstanbul'a alışamadığımı hatırladım. Neyse ki bu sefer Münih'te ancak bir hafta kaldık, alışmamız ise çok çabuk olacak.

Bir haftalık yoğun gezimizde beğendiğimiz ve yadırgadımız şeyler oldu. Fakat eski arkadaşlarım Erkin ve Ferit ve onların değerli eşleri Elfi ve Ayşe sayesinde  çok fazla yeri görme ve gezme fırsatımız oldu. Bunun için hayli yorulsak da mutluyuz ve kendimizi çok şanslı addettik.

İmkanımız olsa Münih'e yerleşir miydik? Cevap vermesi hayli zor. Oradaki medeni seviye, karmaşasız bir şehir, düzen, temizlik gibi faktörler çok cazip geliyor. Ancak kendine ait olmayan yabancı bir ülkede yaşamanın da bir hayli zorlukları olacaktır. Esas maksat ülkemizi o ülkeler seviyesine getirmek, ancak bu yakın gelecekte pek gözükmüyor.

İşte bu nevi karmaşık duygular içinde Münih'teki son günümüzde saat 11:30'da Feritler bizi aldı. Sürpriz olarak 'Dilan' adlı bir Türk lokantasına götürdüler, artık kendi ülkenize alışmaya başlayın, diye. Adından da anlaşılacağı üzere bu lokantayı işleten bir Kürt idi ve biz orada iken lokanta doldu taştı.

Daha sonra benim taleplerimi gerçekleştirmek için yola koyulduk. İlki Asya gıdaları satan bir dükkan idi. Gıda mağazası Çin, Tayland, Japonya gibi Asya ülkelerinden gelen çeşitli gıda maddeleri ile doluydu. Bavullarda yerimiz az olduğu için, gözüm doymasa da, az birşeylerle yetinmek zorunda kaldık. Daha sonra Ferit ve Ayşe'lere yakın bir AVM'ye gittik. Buradaki kitapçıdan ise benim meraklısı olduğum bir kaç Almanca bilim kurgu kitabı aldım. Planladıklarım arasında tek yapamadığım lotto oynamaktı. Neyse şayet gelecek sefer olursa, onu da oynarım.

Aslında şanslı bir hafta geçirdik. Çünkü hiç yağış olmadı. Bu durum Almanya için olağanüstü. Çünkü Avrupa'nın bu kısmında bol yağış (yağmur ve kar) oluyor, yağmadığı zamanlarda da bulutlarla kaplı bir gökyüzü ile karşılaşıyorsunuz. Dolaysıyla insanlar azıcık güneş gördüklerinde kendilerini parklara, bahçelere, ormanlara atıyorlar. Bu yağışlar ise her yerin yemyeşil olmasını sağlıyor. Tabii ki Almanlar ağaçlarını ve yeşilliklerini gözleri gibi koruyorlar. Münih'te şehri baştan başa geçen Englischer Garten (İngiliz Bahçesi) bu sevginin bariz bir göstergesi.

Nadir

Son günden kareler

Artık evimizdeyiz. Sağ salim geldik. Genel anlamda Münih izlenimlerimi biraz dinlenip toparlandıktan sonra yazacağım. Bu gecelik sadece birkaç kare...



Çıkmadan evvel iki satır gündeme bakayım


"200.000 euro'ya, bir veya iki oda bir salon satılık daire bulana 3.000 euro komisyon verilir" diyor. Nasıl ya?


Ayşe & Ferit Agi. Sizi çok seviyoruz.
(Ferit ile Nadir tam 59 yıllık arkadaş)


Uzakdoğu mutfağı marketi


Ceviz kadar karideslerin kilosu 9.95 euro. Hay bin ortak pazar! Bizde niye yok?


Yengeç konservesi.


Dilan restoran suluköfte hasretimi dindirdi :)


Eski havaalanı yakınındaki alış veriş merkezine, kitap almaya gidiyoruz.


Buradan birkaç saatliğine Ferit'lere, oradan da hooop uçağa.

Hoşbulduk.

Beril