11 Temmuz 2013 Perşembe

Münih'in alış veriş merkezi

5. günde sabah Elfi ile Erkin'i Würzburg'a uğurladık. Bağımsız olduk, ama bu sefer de arabasız kaldık. Demek ki bağımsızlığın bedeli varmış. Oy zamanlarında plajlarda yatarsan, katkı sağlamazsan, bağımsızlığını elinden alıverirler. İşte biz de bu ikilemi yaşadık anlaşılan. Bağımsızlık güzel idi, ama yorucu oldu. dört buçuk saatte pes ettik.

Stahus - Marienplatz - Viktualienmarkt üçgeni bu kadar vaktimizi aldı. Otelden yaya olarak yola çıktık, birçok Arapça ve Türkçe yazılı dükkanlar ve ortadoğulu kadın  erkekleri aşarak, şehrin Avrupa kısmına geldik. Tramvay yolunu geçtik ve fıskiyeli meydana geldik. 1700'lerde yapılan kapıdan geçtik ve iki tarafı ucuzcu ve pahalıcı mağazalarla dolu caddede dolaşmaya başladık. Burada ancak yayalara izin olduğu için otomobil veya bisiklet terörüne maruz kalmadık. Anlaşılan fazla hak insanları edepsiz yapıyor.

Münih'in her tarafında kaldırımların bir kısmı bisikletler ayrılmış. Yaşlısı genci, şehir düz ve yollar bakımlı olduğu için çılgınca bisiklet sürüyorlar. Onların arabalardan daha fazla geçiş üstünlüğü var. Yayalara bile dikkat etmiyorlar. Almanlar hak benim dedi mi yandınız, feriştahı gelse durduramaz. Neyse, bu korkulardan uzak yaya olarak Stahus'u dolaşmaya başladık.

Münih'te yaşadığım esnada bağnazlığımdan olacak, girmediğim üç kiliseyi dolaştık. Hiç birinde de bizi Katolikliğe davet etmediler. Güzel işlemeler, freskler, vitraylar, yağlı boya resimler ve değişik mimari örneklerini seyrettik.  Bu yapıları dolaşırken acaba dinler ibadethaneleri olmasa yaşayabilirler miydi sorusu aklıma geldi. Dün arkadaşımızın evindeyken bir arkadaşımız İzmir'de küçük oğlu ile camiye girmek istemiş ve kapıdaki bağnazlar onları yabancı zannederek camiye sokmamaya çalışmışlar. Arkadaşım ancak direnince girebilmiş. Biz ise engelsizce onların ibadethanelerini dolaştık. Bu Hristiyanlığın toleranslı bir dine dönüşmesinden mi veya cemaat kaybetmesinden mi bilemedim. İşte bu kiliselerden birinden çıktığımızda, güzel bir sürprizle karşılaştık.

Dört Moğol müzisyen sokakta konser veriyordu. Doğrusu duygulandım. Ailemin Altın Orda kökeninden dolayı yakın hissettiğim bu grubun albümünü alırken, kaseti satan Moğol'a Tatar olduğumu söyleyince el işareti ile bana "kan kardeşiyiz" dedi.

Bundan sonra caddenin en ucuzcusu C&A mağazasından birkaç T-shirt aldık, yemek yedik. Yemek yediğimiz yere meşhurlar da geliyormuş. Tuvalete giderken Clinton'un fotoğrafını gördüm. Sonra ise Münih'in en eski ve en tanınmış meyve, sebze, salam, sucuk, balık, çiçek vs. satılan pazarını dolaştık. Burada rahat ediyorum ,çünkü bir hayli yaşıtım var. Kimse amca, dede muamelesi yapmıyor. Malum bizde saygı konusu artık diplerde.

O kadar yorulmuşuz ki yarım saat yaya dönüşü göze almadık ve otelimizin bulunduğu kurtarılmış (!) bölgeye taksiyle geri döndük. Neden böyle diyorum, dükkan sahipleri Türkiye'deki düzensizliği buraya da getirmişler, sattıkları ıvır-zıvırı kaldırımlara dizerek, yaya yolunun bir kısmını işgal etmişler. Almanlar bu manzarayı gördüklerinde ne diyorlardır, tahmin ediyorum. Zaten kurtarılmış bölgede dolaşırken pek de Almana rastlamadık. Demek ki bu ilginç Türkiye manzaralarını görmüyorlar.

Cep telefonu ne kötü şey, beni burada da üniversiteden buldular. Üstelik sms ile gelen reklamlardan vs.den kurtulamadık.

Nadir