13 Temmuzu sanata ayırdık. Modern müzeciliğin güzel bir örneği olan Staatliches Museum Aegiptischen Künste (Mısır sanatı devlet müzesi)'ne gittik. Mısır'a bundan sonra pek gidemeyeceğimizi düşünürsek bu iyi fırsat oldu. Malum iç savaş çıkan veya düşman saldırısına maruz kalan ülkelerin müzeleri de yağmalanıyor. Irak'ın başına bu gelmişti. Mısır'ın ne olacağı ise şu anda meçhul. İyi ki Almanlar zamanında yağmalamış biz de o muazzam kültürün eserlerini görebiliyoruz.
Bu tarihi eserleri nasıl elde ettiklerini bilmiyorum, ancak çok güzel sergilediklerini söyleyebilirim. Anadolu'dan bir hayli taş, padişahların izni ile götürülmüştü. Malum bugün hala arkeolojik eserlere bu kadar değer veriliyor. Dolaysıyla izinli mi çalıntı mı, iyi ki götürmüşler demek geçiyor insanın aklından.
Gerçi yabancılar da melek değil. Alman arkeolog Schliemann Truva harabelerini kazarken bulduğu hazineyi padişahtan gizleyerek eve götürmüştü. Yani sırf taşlarla yetinmeyen bir aç gözlüydü. Almanca ders kitabının 4. cildinde onun başarısını anlatan bir okuma parçası vardır... Her neyse, muazzam koleksiyonu dolaşırken kendimizi cidden eski Mısır'da zannettik.
İkinci ziyaret noktamız Neue Pinakothekt adlı galerisi idi. 18 ve 19. yüzyıla ait tablo ve heykeller bizim en azından bir buçuk saatimiz aldı. Beril burada Picasso ve Van Gogh'un bazı eserlerini görerek, ziyadesiyle mutlu oldu. Aslında bu iki müzeyi görmek için harcadığımız zaman ve yorgunluk her şeye değdi. Almanlar bu işi biliyorlar, dedirtti bize.
Nadir