16 Temmuz 2013 Salı

Tekrar kalabalık, düzensiz İstanbul

İlk defa değil, 50 yıldır batı ülkelerinin birinden döndüğümde "tekrar mı döndük buraya", doğu ve eski Sovyet ülkelerinden döndüğümde "iyi ki döndük buraya" demişimdir. 50 yılda hiç bir şey değişmemiş.

Yeşilköy Atatürk Havaalanında inip koridorlardan geçerken bir nahoş koku karşıladı bizi. Tuvalete girdiğimde ise keskin bir üre kokusu vardı. Münih ve çevresinin envayi çeşit lokanta, müze vs.nde (dağ başında olsa da) böyle bir şeyle karşılaşmadım. Demek ki medeniyetin en önde gelen unsurlarından biri hijyen imiş diye tekrar hatırladım.

Bir süre gittikten sonra hem yabancılar hem T.C. vatandaşlarının pasaport kuyruklarını görerek şaşkına döndüm. Sistemin daha iyiye değil, çöküşe gidiyor olduğunu görerek üzüldüm. Anlaşılan bizim trafiği, resmi kurumları ve hemen her şeyi ile medeni topluluklar safına ulaşmamız hayli zor gözüküyor.  İşte bu anda 12 yıl Münih'te yaşadıktan sonra  neredeyse bir yıl İstanbul'a alışamadığımı hatırladım. Neyse ki bu sefer Münih'te ancak bir hafta kaldık, alışmamız ise çok çabuk olacak.

Bir haftalık yoğun gezimizde beğendiğimiz ve yadırgadımız şeyler oldu. Fakat eski arkadaşlarım Erkin ve Ferit ve onların değerli eşleri Elfi ve Ayşe sayesinde  çok fazla yeri görme ve gezme fırsatımız oldu. Bunun için hayli yorulsak da mutluyuz ve kendimizi çok şanslı addettik.

İmkanımız olsa Münih'e yerleşir miydik? Cevap vermesi hayli zor. Oradaki medeni seviye, karmaşasız bir şehir, düzen, temizlik gibi faktörler çok cazip geliyor. Ancak kendine ait olmayan yabancı bir ülkede yaşamanın da bir hayli zorlukları olacaktır. Esas maksat ülkemizi o ülkeler seviyesine getirmek, ancak bu yakın gelecekte pek gözükmüyor.

İşte bu nevi karmaşık duygular içinde Münih'teki son günümüzde saat 11:30'da Feritler bizi aldı. Sürpriz olarak 'Dilan' adlı bir Türk lokantasına götürdüler, artık kendi ülkenize alışmaya başlayın, diye. Adından da anlaşılacağı üzere bu lokantayı işleten bir Kürt idi ve biz orada iken lokanta doldu taştı.

Daha sonra benim taleplerimi gerçekleştirmek için yola koyulduk. İlki Asya gıdaları satan bir dükkan idi. Gıda mağazası Çin, Tayland, Japonya gibi Asya ülkelerinden gelen çeşitli gıda maddeleri ile doluydu. Bavullarda yerimiz az olduğu için, gözüm doymasa da, az birşeylerle yetinmek zorunda kaldık. Daha sonra Ferit ve Ayşe'lere yakın bir AVM'ye gittik. Buradaki kitapçıdan ise benim meraklısı olduğum bir kaç Almanca bilim kurgu kitabı aldım. Planladıklarım arasında tek yapamadığım lotto oynamaktı. Neyse şayet gelecek sefer olursa, onu da oynarım.

Aslında şanslı bir hafta geçirdik. Çünkü hiç yağış olmadı. Bu durum Almanya için olağanüstü. Çünkü Avrupa'nın bu kısmında bol yağış (yağmur ve kar) oluyor, yağmadığı zamanlarda da bulutlarla kaplı bir gökyüzü ile karşılaşıyorsunuz. Dolaysıyla insanlar azıcık güneş gördüklerinde kendilerini parklara, bahçelere, ormanlara atıyorlar. Bu yağışlar ise her yerin yemyeşil olmasını sağlıyor. Tabii ki Almanlar ağaçlarını ve yeşilliklerini gözleri gibi koruyorlar. Münih'te şehri baştan başa geçen Englischer Garten (İngiliz Bahçesi) bu sevginin bariz bir göstergesi.

Nadir