Tam tabanlarımız nasırlaşmışken dönüş yolu da gözüktü. Bir günde, belki İstanbul'da bir haftada yürüdüğümüz kadar yürüdük. Çünkü başka türlü yazdığımız etkinlikleri gerçekleştiremezdik.
Bugün Botanik Bahçesine gittik. Dünyanın çok çeşitli yerlerinden ekilen envai çeşit bitkiyi izledik. Bu kadar değişik kaktüsü hiç bir yerde görmemiştim. Münih İstanbul'un belki onda biri, ancak her şeyi var. Bizde ise kapitalistleri daha fazla zengin etmek için yapılan yüksek katlı inşaatlar, büyükşehir belediye ve yerel belediye başkanlarının kendi icraatlarını metheden yazılar var. Sanki yarışa çıkmışlar. Yaptıklarınız zaten yapmanız gereken şeyler. Siz başta trafiğe çözüm bulun, ondan sonra kendinizi methedin diyesi geliyor insanın.
Tabii ki gelişmiş Almanya ile kalkınmakta olan Türkiye'yi karşılaştırmak doğru değil. Ama politikacılarımız o kadar övünme merakındalar ki, insan dünyadaki başka örneklere bakmadan da edemiyor.
Her neyse, botanik bahçesinde kötü bir makarna yedik. Alman yemekleri pek de lezzetli değil. Dolaysıyla Münih'te Afgan'dan başlayarak, nerdeyse her ülkenin mutfağından örnekler bulmak mümkün. Tabii hepsi de iyi demek değil. Dolaysıyla lokanta seçerken dikkat etmeniz gerekir. Botanik bahçesinden sonra tramvaya binerek aynı yol üzerinde bulunan Başkonsolosluğa gittik ve onun yanında kurulan Direniş çadırını ziyaret ettik. Almanlar, tek tük olsa da bu çadırlar ve oradaki pankartlarla ilgileniyorlar.
Buradan ise Bavyera krallarının kışlık sarayı olan Nyphenburg (Melekler kulesi) Schloss (Saray)'u dolaştık. Topkapı sarayının birkaç misli büyüklüğünde, bahçesi uçsuz bucaksız. En ilginç odalardan biri Ludwig I'in 36 gözdesinin portrelerinin bulunduğu "güzeller odası" idi. Saray biraz bakımsız kalmış. Anlaşılan Bavyera Devleti cimri. Kendi geçmişleri için para harcamamışlar. Bu ve diğer sarayları dolaşırken Osmanlı sultanlarının pek de yaşamayı bilmedikleri tesiri kalıyor. Bu kadar ülkeleri ele geçirmiş olmasına rağmen Osmanlı gerek mimari, gerek kurumlar ve gerekse yaşam tarzı konularında hiç bir ders almamış. Bu fazla gururlu olmalarından kaynaklanabilir. Osmanlı batıya elçi yollamaya bile gerek görmemiş, uzun asırlar. Bugün ise batının iyi örneklerini benimsemekte hayli beceriksiz. Bundan önce de ifade ettiğim gibi Türklerin ekserisi Almanya'ya uyum sağlamayı düşünmüyorlar. Bu Türklerin çoğu İstanbul'u bile görmeden buraya gelip yerleşenler.
Botanik bahçesi ve Nyphenburg sarayı gezisi tabanlarımızı şişirdi. Bir yerde bolca kahve içerek dinlendik, otele döndük ve bir buçuk saat sızmışız. İnternetten bir İtalyan lokantası bulduk. İnternetin ne kadar yanıltıcı olduğuna bir kere daha şahit oldum. Lokanta çok havalı idi, elimize birer iPad tutuşturdular. Siparişlerimiz buradan yaptık. Çorba ve salatası iyi idi. Çay acı çıktı. Benim gibi boğazına düşkün biri, getirilen pizzanın yarısını yiyemedim. Çıkarken şikayet edince, kız güldü (retard). Ben komik değil dedim, ya anlamadı veya şikayet duymak istemiyorlardı.
Bu sabah resepsiyonda Türkçe Posta adlı bir gazete bulduk. Gazete bütün Avrupa'da 575 bin sattığını iddia ediyor. Anlaşılan hükümet yanlısı, bedava dağıtılan aylık bir gazete. İlk sayfasında Başbakanı metheden ve onu destekleyen mitingi haber yapmış. Bu gazeteyi basmak ve bedava dağıtmak için değirmenin suyu nereden geliyor, anlayamadım. Anlaşılan yurtdışındaki hükümet aleyhtarı gösteriler, bazı çevreleri çok rahatsız etmiş ve Avrupa gibi bir yerde dahi gerçekleri yansıtmayan bir habercilik tercih edilmiş. Neyse, biz böyle şeylere Türkiye'den alışık olduğumuz için Posta'nın yayın politikasını yadırgamadık.
Nadir